9181ec3a2a80289dfcd0e243c8b367a2.ppt
- Количество слайдов: 55
SAREN ULUSAL VE ULUSLARARASI GÜVENLİK STRATEJİLERİ Strateji nedir ? 1
Strateji nedir ? 1. Strateji tanımı 2. Tarihsel Dönemler ve Strateji 3. Yaklaşımlar ve Strateji 2
STRATEJİ - Kavramın kökenini oluşturan "Strategos", Eski Mısır ve Yunan uygarlıklarında en yüksek askerî ve sivil yöneticileri ifade eden bir sözcük olarak kullanılmıştır. - Strateji, askerî bir kavram olarak algılansa da, aslında askeri gücü siyasi amaca bağlayan köprü olarak anlaşılmalıdır. Bir diğer deyişle, siyasi amaç için güç ve güç tehdidinin kullanımını içerir.
STRATEJİ - Ulusal ve uluslararası düzlemlerde aktör sayısının artması ve karşılıklı ilişkilerin daha karmaşık bir hâle gelmesiyle birlikte, strateji kavramının kullanıldığı alan giderek yaygınlaşmıştır. Kişiler, aileler, toplumlar, kuruluşlar, işletmeler, devletler ve devlet grupları ile uluslararası örgütler gibi her aktör, kendi varlığını koruma ve sürdürme konusunda daha fazla sorunla karşıya kalır olmuştur. -Güvenlik kavramı nasıl tehdit kavramı ile birlikte ele alınmaktaysa, strateji kavramı da büyük ölçüde güvenlik kavramı ile birlikte değerlendirilmektedir. Güvenlik anlayışı ve tehdit algılaması stratejiden önce gelir.
STRATEJİ - Strateji, kendi varlığını sürdürme ve geliştirme ile karşı tarafın, yani varlığını koruma ve sürdürme olgularını tehdit edenin, bertaraf edilmesine yönelik eylem ve uygulamaları ifade etmektedir. - Oyunun sonuna varmak için yapılan her türlü hesap, stratejinin konusudur. Bununla birlikte strateji, oyunun kazanılma ihtimalini arttıracak biçimde koşulların lehte değiştirilmesini ya da oyun kurallarında değişiklik yapılmasını başarmayı da içermektedir. - Strateji, bir aktörün güç unsurlarının karar alıcısı tarafından belirlenmiş bir hedefe ulaşacak biçimde birleştirilmesi uygulamasıdır.
STRATEJİ Kısa ve bazen orta vadeli denen stratejiler: Genel olarak, geçmişten bugüne kadar gelmiş olan, var olmaya ve varlığı sürdürmeye yarayan unsurların aynen sürdürülmesi yönünde geliştirilen stratejilerdir. Uzun vadeli stratejilerin öncülü niteliğindedir; uzun vadeli beklentilerin yönünü değiştirmeyecek biçimde tasarlanır. Bununla birlikte, uzun vadeli stratejide değişiklik yaratmayı gerektiren beklenmeyen koşullar ortaya çıkabilir. Bu durumda, kısa/orta vadeli stratejiler bir tür seçenekler yelpazesi biçiminde düzenlenir.
STRATEJİ Uzun vadeli stratejiler: Bu türden bir eksende aktör, elindekini artırma faaliyetine yönelmiş, elindekilerle yetinmemiş ve amaçlarının çıtasını yukarı taşımıştır. Uzun vade, çeşitli zaman aralıklarına bölünmüş kısa vadeli stratejiler ile planlanır. Her hamle, oyunun ilerleyen zamanlarındaki kurguyu dikkate alarak yapılır. Bir stratejinin uzun vadeli olarak hazırlanması sırasında aktör, dünya düzenini, rakiplerinin durumunu tahmin etmek zorunda olduğu gibi, kendisinin de bu vadedeki kapasitesini hesaplamak durumundadır. Devletler: 1. Politikasını/Stratejisini kendisi belirleyen – Operasyon yapan 2. Dikkate alınan 3. Üzerinde politika/Strateji üretilen – Operasyon yapılan
STRATEJİ Kısa/orta vadeli stratejilerde aktörün özellikleri "değişmez değişiklikler" olarak ele alınır. Uzun vadelilerde ise koşullar öngörülmediğinden ele alınan özellikler "değişir değişken”dir. Bilinçli ya da bilinçsiz, sistemli ya da sistemsiz, örgütlü ya da örgütsüz, her aktörün bir strateji geliştirmesi, bunların tümünün başarılı olacağı anlamını taşımaz. Strateji, amaca uygun kurgulanmamış olabilir, yanlış algılamalara dayanmış olabilir, kapasite doğru saptanmamış olabilir, amaca uygun kapasite artırımına gidilmemiş olabilir ve dolayısıyla başarısız olabilir. Bu durum, bir strateji olmadığını değil, yanlış strateji bulunduğunu göstermektedir.
STRATEJİ Bir satranç oyununun kurgulamasına benzetilen strateji, birden fazla olasılığın hesaplanmasına dayanır. Üstelik satranç taşları, yapısal olarak sabittir, hareket yetenekleri ve rotaları bellidir. Oysa uluslararası ilişkilerde sabit olan dinamik yok gibidir ve bir satranç tahtası üzerindeki taşlardan çok daha fazla sayıda oyuncu ve araç vardır. Uluslararası alanda aktörün çevresi sürekli değiştiğinden ve kendisi de bu değişimin bir parçası olduğundan, strateji, aynı zamanda söz konusu değişikliklerin hesaplanması anlamına da gelmektedir. Bir satranç oyunundan farklı olarak, uluslararası ilişkilerde hamleler her zaman birbiri ardına, sırayla gerçekleşmez. Strateji, rakip/rakiplerin eş zamanlı oynadıkları bir oyuna göre kurulmalıdır ve bu nedenle de hızlı, doğru ve ayrıntılı bilgiye gerek vardır ve burada işbölümü ve uzmanlaşma esastır.
STRATEJİ Strateji, kendi bütünlüğünü koruma ve/fakat karşı tarafın bütünlüğünü bölme üzerine geliştirilir. Bu nedenle, rakip tarafın çıkar ve faaliyetlerini izleme, ancak kendi çıkar ve faaliyetlerini gizleme esası bulunur. Karşı tarafı zarara uğratma, büyük ölçüde onun yaşam damarlarını, örneğin enerji kanallarını, ikmal olanaklarını, ticaret yollarını, ittifak arayışlarını, insan kapasitesini kesme, zayıflatma ya da denetim altına alma biçiminde kendisini göstermektedir. Strateji, rakibin daha kolay mücadele edilebilecek alana çekilmesini içermektedir. Farklı taktiklerin, aynı amaç için uyumlu kullanımı, büyük strateji kapsamına girmektedir. Genel ve nihai olarak görülen bir amaç söz konusu olduğunda, büyük strateji terimi kullanılmaktadır. Büyük strateji, uzun vadeli ve adım, aşama gelişen harekat stratejilerini kapsar.
STRATEJİ Stratejik başarı, bazı koşullara bağlıdır: 1 -Amaç belirlenmesinde isabet, (rakip kazanılmaya mı, yoksa ortadan kaldırılmaya mı çalışılıyor? amaç bizim ve karşının kapasite ve iradesiyle doğru orantılı mı? ) 2 -Zaman belirlenmesinde isabet, (1. Dünya Savaşı’nın kısa süreceğine dair yanlış tespit) 3 -Güç bileşkesinin, amaca ve zamana göre uygun kullanımı, 4 -Karşı tarafın güç unsurlarını, amaçlarını, zamanlamasını ve ne kadar ileri ve geri gidebileceğini algılama, (musollini ve Hitler’e verilen tavizin işe yaramaması) 5 -Hızlı davranma ve enformasyon kapasitesini artırma (İsrail 1967 ve 73 savaşlarında askeri nicelik konusundaki sıkıntısını bu şekilde atlattı )
STRATEJİ 6 -Karar alıcı ve uygulayıcıların ehliyeti ( siyasi ve askeri karar alıcıların kalitesi ) 7 -Teknik, ekonomik, sosyal ve kültürel özelliklere uygun taktikler geliştirme ve manevra olanakları yaratma, (akıllı ekonomik yaptırımlar, toplumdaki farklı sosyal unsurlardan yararlanma, ) 8 -Açık ve bilinen yöntemlerin yanı sıra, açık olmayan ve tanımında güçlükler bulunan mücadele yöntemlerini kullanma (örneğin, ideolojik yöntemler, terör yaratma, propaganda yöntemlerini geliştirme, kitle iletişim araçlarını manipüle etme gibi)
STRATEJİ Stratejiler, rakibin tümden ortadan kaldırılması yolunda oluşturulabileceği gibi, rakibin dönüştürülerek sisteme dahil edilmesi biçiminde de geliştirilebilirler (son örnek için Napolyon sonrası Fransa; 2. Dünya Savaşı sonrası Almanya ve Japonya). Rakibin tümüyle ortadan kaldırılmasını öngören stratejiler doğrultusunda alınan sert önlemler, bazen karşıt ideaların, ideolojilerin ve inanç sistemlerinin giderek güçlenmesine neden olmaktadır. Tehdidi bertaraf etme adına yapılan uygulamalar, onu daha da büyütüp baş edilmez hâle getirebilmekte ve bu ihtimal karşısında aktörler, ya çatışmaları yatıştıracak önlemler almakta ve kendileri de büyük ölçüde fedakârlıkta bulunmakta ya da kendi sonlarını da getirebilecek ısrarlarda bulunmaktadırlar.
Tarihsel dönemler ve strateji İlk çağlar ya da antik çağlarda, göçebe kavimler güvenlik stratejilerine uygun olarak "göçebilme koşullarının idamesi" ve/veya “yerleşim alanına ulaşma”yı esas almışlardır. Örneğin askerî örgütlenmelerini düzensiz süvari birlikleri biçiminde düzenlemişler, kalıcı evler yapmamışlar, at ya da deve gibi "göç"meyi sağlayacak hayvanları en değerli varlıklar olarak kabul etmişlerdir. Göçebelik, insanların iradeleri ile yaptıkları bir tercihe dayanmadığından, doğa, coğrafya gibi çevre koşulları bu ana stratejiye kaynaklık etmiştir. Göçebe toplumlarda strateji, smırlı bir alanın, bir yerin ya da o yerdeki insan yapısı bir şeyin(sarayın, tapınağın vs. ) korunması üzerine geliştirilmemiş, bir verimli alandan diğerine uzanabilecek geçişlere karşılık gelmiştir. Bu haliyle de göçebe toplumlar, daha çok saldırgan stratejilere kaynaklık etmişlerdir.
Tarihsel dönemler ve strateji Sümer ve Antik Yunan site devletleri gibi yerleşik ve örgütlü devletçikler ise, sistem içerisinde var olma mücadelesi sürdürürlerken savunmacı stratejilere kaynaklık etmişlerdir: a) Genelde siteler dışındaki yayılmacı bir güç karşısında ittifak kurma stratejisi b) Sitelerin kendi aralarındakilerden birisinin güçlenerek diğerleri üzerinde denetim kurmasına engel olma stratejisidir. Bu stratejiler, site devletlerinin uluslararası sistemi anarşik ve çıkarların çatışmacı olduğu algılamasına sahip bulunduklarını göstermektedir. Bu dönemin sistem algılayışı, bölgesel yaklaşımdır.
Tarihsel dönemler ve strateji M. Ö. 612 yılında imparatorluk hâline gelen Persler, Yunan site devletleri için önemli bir tehdit olarak görülmüşlerdir. Bu da beraberinde Antik Yunan'da güçlerin birleştirilmesi anlayışını ve stratejisini geliştirmiştir. Atina, Pers tehdidine karşı ilk uluslararası örgütlenme olan ve askerî bir içerik taşıyan Delos Deniz Birliği kurulmasına M. Ö. 478'de önayak olmuştur. Antik dönem örneğindeki bir diğer önemli nokta, stratejilerin müttefike bile tümüyle güvenmeme ve ister müttefik, ister düşman olsun "öteki"nin zaafları ve zayıf yönlerini bilme esaslarına dayanmasıdır. Delos Deniz Birliği'nin bir Helen Konfederasyonu’na dönüştürülmesi politikası, üyeler tarafından kabul edilmiş ve bir tür NATO ya da BAB prototipi denebilecek girişim başlatılmıştır. Tarihsel seyri içinde Delos içerisindeki Atina, giderek güçlenmiş ve benzerleri üzerinde baskı kurmaya başlamıştır. Bir birlik içerisinde bağımsızlıklarını yitireceklerini ve egemenliklerinin güçlü aktör Atina tarafından gasp edileceğini algılayanların başında Sparta gelmiştir. Sparta, Atina'ya karşı savaş açmış ve 30 yıl kadar süren Peloponez Savaşları yaşanmıştır.
Tarihsel dönemler ve strateji MÖ 4. yy. da Büyük İskender ve kraliyet ailesi, savaş-coğrafya ilişkisini kurmuşlar ve Büyük İskender, kendisini Helenlerin strategosu olarak ilan etmiştir. Makedonya, yayılmacı devlet anlayışını bölgenin kuzeyindeki Helen olmayan toplulukları egemenliğine alarak başlatmış, Yunan site devletlerindeki iç karışıklıkları bastırma yöntemini uygulamış ve daha sonra yeni bölgelere, Asya'ya açılımı esas almıştır. 37. 000 kişilik ordu ve Yunan sitelerinden toplanan birlikler ile ilk "büyük ordu" stratejisi uygulayan Büyük İskender, her türlü barış ve işbirliğini reddetmiştir. İskender'in bir diğer önemli özelliği de, bizzat ordunun başında savaş sürdürmesi olmuştur. Kral, ordunun bütünlüğünü sağlamakta, ihanetlere karşı önlem almakta, ele geçirilen yerlerin siyasal düzenlemelerini yapmakta ve aynı zamanda dâ kendi varlığını yeniden tanımlamaktadır. Büyük İskender, "Batı" uygarlığını "Doğu" toplumlarına taşıyan bir kahraman olarak tanımlanmıştır. Perslere karşı büyük zaferler kazanmıştır. Bununla birlikte, coğrafya ve ekolojik yapı ve sosyo-ekonomik koşulların önceden bilinemediği yerlere yönelik koşullarını iyi hesaplanamaması "Doğu"da, ordusunun büyük kayıplara uğramasına yol açmıştır.
Tarihsel dönemler ve strateji Makedonya'nın Büyük İskender ile anılan stratejilerindeki bir diğer özellik ise, lider olgusundan kaynaklanmaktadır. İskender'in ani ölümü, sürdürülen operasyonun da sonunu getirmiştir. Lider, bir devletin bekasını doğrudan kendi bekası ile bir tutan bir strateji oluşturduğunda ve "süreklilik" esas alınmadığında, uygulanan strateji lider ortadan kalktığında uygulanamaz olmaktadır. Benzer bir örnek olarak ünlü Kartaca lideri Hannibal (MÖ 3. yy. ) da verilebilir. Tarihin en önemli stratejistlerinden birisi olan Hannibal, M. Ö. 200'lerde Roma'yı ele geçirme konusunda inanılmaz savaş stratejileri uygulamış, ancak daha az bilinen coğrafyalarda uygun araçlar seçememiş, Roma'ya yenilmiş ve kendi yaşamına son vermiştir. Hannibal'in ölümü, aynı zamanda Kartaca'nm da ölümü olmuştur.
Tarihsel dönemler ve strateji Roma döneminde dikkate alınabilecek stratejilerin üç ana amaç grubu içinde özetlenmesi olanaklıdır: Bir devletin süper güç olma ve bu durumunu sürdürmesine yönelik amaca ilişkin geliştirilen stratejilerdir. Diğer toprakları ve toplumları Roma'ya dahil etme sırasında, işgal ve ikna etme yöntemlerinin tümü; diplomasiden şantaja, istihbarattan ablukaya, ödüllendirmeden cezalandırmaya ve çatışmaya kadar her yöntem sistematik olarak denenmiştir. İktidarın korunması ve sürdürülmesi önünde görülen tüm engeller bir tehdit olarak düşünülmüştür. Böylece devletin içinde ortaya çıkan çatışmalar, artık genel güvenlik stratejilerin sacayağından biri hâline gelmiştir. Her tezin anti tezini üretmesinde olduğu gibi, aşırı merkeziyetçilik, merkezkaç hareketleri beslemiştir. Örneğin, köleleri iktidara karşı ayaklanmaya teşvik eden Spartaküs ayaklanmasıdır. Genel strateji çerçevesinde öncelikle yer tutan uygulamalardan biri, kendi bütünlüğünü korumak ve/fakat karşı tarafın bütünlüğünü bölmektir. Bu nedenledir ki, Romalılar kendi içlerinden siyasi suçluları Tarpiyan Kayası'ndan atarak idam ederlerken, daha büyük tehdit olarak görülen Spartaküs'ün ardından giden altı bin kişiyi çarmıha germişlerdir. Risk ve tehditleri görünür kılmak için normlar ve hukuk sistemi geliştirilmiştir. Nüfus sayımı da, hem vergilendirme hem de asker temini açısından iktidarın elini güçlendiren bir strateji olmuştur.
Tarihsel dönemler ve strateji Roma normlarını ve devlet-iktidar yapısını temsil eden normlar sisteminin değişmesi önündeki engellerin bertaraf edilmesi ile ilgilidir. Roma'da iktidar, dünyevi bir iktidardır. Bu türden bir normatif sistemin karşısındaki en büyük engel, güçsüz ve fakir kişilerin iş birliğini teşvik eden, bu dünyada olmasa bile, başka dünyada mutlaka mutlu olacaklarını vaat eden, onlara umut ve hareket motivasyonu kazandıran normlar sistemidir. Yahudilik ve Hıristiyanlığın normlarının bertaraf edilmesi için çok sert yöntemler kullanılmıştır. Yahudi başpapazı tarafından Romalılara Spartaküs'ün soyundan bir tahrikçi olarak ihbar edilen İsa'nın çarmıha gerilişi, bu konuda verilebilecek en önemli örnektir. Ancak Romalıların katliam biçimi, İsa'yı güçlendirmiş ve ölümünden 300 yıl sonra, kendisine işkence edilen aletler ve haç ile sembolleşen Hıristiyanlık, din savaşlarına kaynaklık edecek hâle gelmiştir. Bu durumlarda, genel olarak üç tür gelişme ortaya çıkmaktadır: Ya çatışmaların boyutları genişlemekte ya iktidarın uzlaşıcı önlemler alması ile istikrar yaratılmakta ya da iktidarın ısrarı kendi sonunu getirmektedir. Büyük Roma İmparatorluğu'nun yıkılması arkasındaki tek gerçek, doğal olarak, değerler sistemi değildir. Yıkılmanın nedenleri, fazlasıyla genişlemiş bir imparatorluğun ekonomik ve sosyal alt yapısının değişmesi ile ilgilidir. Roma'nın ikiye bölünüp Kutsal Roma İmparatorluğu'nun kurulması ile birlikte uluslararası sistemde önemli bir dönüşüm yaşanmıştır. Artık iktidarın papalık ile imparatorluklar arasında paylaşılmasına ilişkin mücadelelerin söz konusu olduğu bir döneme, Ortâçağ'a girilmiştir.
Tarihsel dönemler ve strateji Ortaçağ, birbirine benzer özellikler taşıyan aktörlerin aynı tür araçlarla mücadele ettiklerini göstermesi bakımından önemli örneklerle doludur. Bir yandan "barbar" istilaları (Norman ve Macar), diğer yandan Müslüman Arap yayılmacılığı ile doğu ticaret yolları kesilen Avrupa, kendi içine kapalı bir ekonomik düzeni, feodaliteyi geliştirmiştir. Avrupa'da toplumlar, bir bütün olarak barbar olan-olmayan, Hıristiyan olan-olmayan ayırımına tabi tutulmuşlardır. Bu türden bir ayırım, çatışmanın kabul edilebilir bir olgu olmasına hizmet etmiş ve ona meşruiyet sağlamıştır. Hristiyan toplumlar, karşı tarafa yönelik mücadelelerinin meşruiyetini sağlamak için "haklı savaş" kavramını (bellum justum) geliştirirlerken, İslam toplumları da aynı içerikteki kavrama "cihad" adını vermişlerdir. Bu dönemde, Müslüman'ın Müslüman'la aynı alanlarda rekabet etmemesini savunan anlayış "dârü'l İslam", ama diğerleri ile çatışma alanlarının oluşturulmasını öngören anlayış da "dârü'l Harp" ile ifade bulmuştur.
Tarihsel dönemler ve strateji 8. ve l 0. yüzyıllarda 34, 11. yüzyılda ise 117 Haçlı seferi düzenlenmiş olması, Ortaçağ Avrupa'sının dinamiklerini değiştirmiştir. Haçlı seferleri, ticaretin gelişmesine yol açarken, Avrupa'daki "tarım devrimi" de bu değişime katkı sağlamıştır. Bu haliyle strateji, siyasal, ekonomik ve askerî unsurların birlikte değerlendirildiği bir alan olmaktadır. Değişen ekonomik sisteme uygun olarak savaş ve silah teknolojisinde de gelişmeler olmuştur. Taraflar, yıkıcı silah üstünlüğü ve sayısal çokluklarına göre de belirlenir olmuştur. Haçlı Seferleri örneğindeki gibi çok uluslu bir ordu anlayışı, ateşli silahların giderek yaygınlaşarak bir tür tırmanma yaratması, savunma sistemlerinin giderek "büyük ordular" anlayışına yönelmesi bu bağlamda verilebilecek örnekler durumundadır. Kaotik Avrupa'da mücadelenin hemen her türü uygulanmış, her türlü taktik denenmiştir. Bu çeşitlilik, tehdit çeşitlenmesinden de kaynaklanmaktadır. Bir dış tehdit vardır ve bu "doğu"dadır. İkinci tehdit, benzer aktördür. İtalya'da cumhuriyetler birbirlerini rakip görmekte, Fransa ise İngiltere'yi düşman saymakta. Kilise krallarla mücadele etmektedir. Ayrıca, küresel denebilecek tehditler, açlık ve salgın hastalıklar gibi, mevcuttur.
Tarihsel dönemler ve strateji 14. Yüzyıl Avrupası duraklama dönemine girmiş, kıtlık ve veba nüfusu durdurmuş, italya’da iç savaşlar, Almanya’da sürekli anarşi, İngiltere’de yüzyıl savaşları yaşanmıştır. İçeride ve dışarıda mücadeleler sürmüştür. Bu dönemde geliştirilen stratejiler: A) Farklı aktör türlerinin "düşman" karşısında geçici ittifak kurmalarıdır. Yüzyıl savaşlarında Kilise'nin Fransa'yı desteklemesi, Fransa'daki bazı feodallerin İtalyan cumhuriyetlerinden bazılarına yardım etmeleri ya da Haçlı ordusu kurarak İslam toplumları ile savaşılması gibi. Bu durum, günümüzde Balkan Krizleri (Bosna, Kosova) sırasında NATO'nun, BM'nin, Sınır Tanımayan Doktorların, Kızıl Haç ile Kızılay'ın ve ulusal milis güçlerin birarada hareket etmelerine benzemektedir. B) Küresel tehdit biçiminde algılanabilecek kıtlık ve salgın hastalıkların karşılıklı yıpratmalarda kullanılması, ortak çözüm arayışı stratejisine ise başvurulmamasıdır. Vebaya yakalanan asillerin "karşı toplum" halkının arasında dolaşarak hastalığı yayması, ya da ele geçirilecek yerlerin kalelerinden içeriye vebadan ölenlerin cesetlerinin mancınıklarla atılması gibi. Ortaçağ'da iş birliği stratejisi, genel olarak ve kısmen de doğasına uygun biçimde, kilise ile aristokratlar arasında denenmiştir. Kilisenin yöntemi, bir tür sınır aşkın faaliyetlerle çok uluslu örgütlenme olarak değerlendirilebilir.
Tarihsel dönemler ve strateji 15. Yüzyıl‘daki gelişmeler büyük orduların kurulmasını sağlamış ve imparatorluklar dönemini başlatmıştır. Bu dönemdeki amaçlar şunlardır : 1. İmparatorluğun büyümesi önündeki tüm engellerin kaldırılması, 2. İmparatorlukların kendi aralarında varlıklarının korunması, 3. İmparatorluk sistemini değiştirmek isteyen içsel baskıların yok edilmesidir. Tüm bu amaçlara yönelik olarak, imparatorlar arası işbirliği, karşı tarafı zayıflatacak iç karışıklıklar yaratma, doğrudan askeri önlemler alma stratejileri uygulanmıştır. Bu dönemde, düzenli ve imparator iradesine doğrudan bağlı ordu sistemi ve sisteme egemen güçlerin ortak çıkarlarını gerçekleştirmelerine izin verecek bir normlar sistemi, genel stratejinin özünü oluşturmuştur. Buna göre, siyasal iktidarlar, ulusal moral unsurlarını bizzat kendileri belirlemeye başlamış ve bu unsurlar inanç sistemleri ile sürekli desteklenmiştir: örneğin Napolyon dönemi. Napolyon, oluşturduğu strateji ile hem Fransa'da hem Avrupa dengelerinde yapısal değişiklikler yaratmış hem de sömürgeciliğin kapısını açmıştır. Metternich politikalarına zarar verip Avrupa'daki dönüşümleri hızlandıran, ancak bir yandan da ulusçuluk hareketlerini ateşleyen Napolyon politikası, özellikle savaş pratiklerine dayanmıştır.
Tarihsel dönemler ve strateji 18. yüzyıl sonlarından itibaren ve 19. yüzyıl boyunca şekillenen uluslararası sistemde "güçler dengesi"ni gözeten stratejilere öncelik verilmiştir. Bu, var olan devletlerin düzenlerini değiştirmek isteyenler/korumak isteyenler ayırımına dayanmaktadır. Monarşilerin varlıklarını sürdürmeleri ve sömürgeci faaliyetleri önündeki her tür engel tehdit olarak değerlendirilmiştir. Bir devletin diğerlerine egemen olacak kadar büyüme olasılığı da dış tehdit olarak tanımlanmıştır. Dolayısıyla benzer endişeler yaşayan aktörler, güçlerini birleştirme yoluna giderek bir tür geçici "ittifaklar" zinciri kurmuşlardır.
Tarihsel dönemler ve strateji 19. yüzyıl "klasik güç dengesi" sistemi, sistemdeki güçlü aktörlerin ittifak sistemi içerisinde dünya pastasını paylaşımına dayanmıştır. Pasta sabit olduğunda bile, paylaşım sorunları ortaya çıkmış ve dünya birbirinin devamı niteliğindeki iki savaşa sürüklenmiştir. Küresel savaşlar, dış politika ve askerî stratejilerde önemli değişikler yaratmıştır. Dış politikada; savaşa tek başına dahil olma, savaşa müttefiklerle dahil olma, savaşa katılmama, hiç bir durumda taraf tutmama, savaşa dahil olmadan taraflardan birine yardım sağlama türünden seçimlerinin yapıldığı izlenmiştir. Askerî stratejiler ise, topyekûn seferberlik koşullarına göre belirlenmiştir. Ekonomi, sosyoloji, siyaset ve hukuk gibi her konu, savaşa ve savaş sonrasına göre düzenlenir olmuştur. Halk direniş örgütlerinin uluslararasılaşması, silah kaçakçılığının, mülteci akınlarının, sivil yardım kuruluşlarının ve teknolojik bilgi akışlarının sınırı aşan faaliyetler durumuna gelmesi de bu döneme rastlamaktadır.
Tarihsel dönemler ve strateji 19. yüzyıl "klasik güç dengesi" sistemi, Tüm stratejiler, ülkenin genel savunması, muhtemel genişlemesi ya da işgali ve savaş sonrası düzen olgularına göre yapılmıştır. Buna göre, topyekûn seferberlik, cepheler, sivil faaliyetler, uluslararası meşru/gayrımeşru destekler ve savaşı sürdürmeyi olanaklı kılacak mali destekler (altın gibi), enerji olanakları (petrol gibi), gıda yeterliliği (buğday gibi), ilaç ve dokuma hammaddeleri temini gibi unsurlar ile birlikte hesaplanmaya başlamıştır. Küresel bir savaş, taraflardan birinin mutlak üstünlüğü sağlanmadan ortadan kalkmamaktadır. Bu durumda büyük ölçüde ekonomik ve teknik üstünlük sağlanmasına ve az kayıp verilip az tahribata uğranması ile olanaklı olur.
Tarihsel dönemler ve strateji 1. ve 2. Dünya Savaşları, mutlak üstünlük sağlanması amacıyla sivil yerleşim alanları da dahil olmak üzere her yerin ve herkesin etkisiz hâle getirilmesi anlayışına sahne olmuştur. Bu durumda, saldırı teknikleri kadar savunma tekniklerinin de tümü aynı anda ve senkronize olarak uygulanmıştır. Dünyanın çok geniş bir coğrafyasında uzun bir süre devam eden küresel savaşlarda, siyasal ve askerî stratejiler sıklıkla değişime tabii tutulabilirler. Savaşın değişkeni giderek çoğaldığından, tahminlerde bulunmak zor hâle gelir. Kazançların, kayıplardan fazla olması mantığına dayanan çatışmaların başarısı için birden fazla senaryo hazırlanır. Bu senaryolara, sadece öteki devletlerin davranışları değil, toplumsal sınıfların tepkileri ve eğilimleri de dahil edilir.
Tarihsel dönemler ve strateji 1. ve 2. Dünya Savaşları, Her iki Dünya Savaşı'nda da, savaş kararları ve aşamaları büyük ölçüde haritalar üzerinde verilmiştir. Dünya paylaşımına hangi aktörlerin dahil olacağı, hangilerinin bu paylaşımdan pay almasına engel olunacağı, hangi coğrafyanın hangi güce bırakılacağı konusundaki kararlar, dünya siyasal ve fiziki haritaları üzerinde koordinatlar ve cetveller yardımıyla düzenlenmiştir. Diğer bir ifade ile dünyanın bir çok bölgesindeki halklar, bunların talepleri, beklentileri gibi konular dikkate alınmamıştır. Dünya Topyekûn seferberlik, güç bileşkelerinin maksimum düzeyde kullanılmasını gerektirdiğinden savaşları, çatışma ve diplomasinin her biçiminin birlikte yürütüldüğü özel örneklerdir ve uluslararası sistemdeki temel kırılmaları ifade ederler. Küresel ve topyekûn savaşlar, çok tahribat ve fazla sayıda insan ölümü anlamına gelir. Beraberinde topyekun seferberliği de gerektirir. İlerlemeci bir evreyi de ifade etmektedir. En büyük keşiflerin savaş dönemlerinde yapılmış olması da bu nedenledir. Bununla birlikte, küresel savaşlar zenginliklerin tüketildiği zamanlardır ve yeniden üretim, ancak gücü eline geçirenin kurallarıyla yapılabilir.
Tarihsel dönemler ve strateji 1. Dünya Savaşı, büyük ölçüde 2. Dünya Savaşı'nm başlangıcı olarak, klasik güç dengesi sisteminin çatışmacı yüzünü göstermiştir. Dünya savaşlarının dış politika stratejilerine getirdiği en önemli katkı, savaş süreci içinde barış sürecinin düzenlenmesi stratejisidir. Küresel savaşlar, dünya güç dengesinin el değiştirmesi anlamına geldiğinden, yeni düzenlemenin aktörleri bir yandan savaşırken, bir yandan da bir "düzen" haritası çizmişlerdir. Söz konusu düzen, ekonomik ve siyasal bir düzendir. 1. Dünya Savaşı sonrasında kurulmuş olan Milletler Cemiyeti, savaş sonrası koşullarını düzenlemediği için ekonomik ve sosyal krizlere zemin hazırlamış, krizler de savaşı yeniden ateşlemiştir. 2. Dünya Savaşı sonrasında ise ekonomik ve siyasal istikrarsızlıkların küresel ya da bölgesel düzenlemeler ile denetim altına alınması projesinde kısmen başarılı olunmuş ve savaşın kazanan tarafları, kaybedenleri “yok etmeden” yeniden sisteme kazandırmışlardır.
Tarihsel dönemler ve strateji Soğuk Savaş, Küresel savaşlardan bir diğeri olan Soğuk Savaş dünyayı yeniden "biz" ve "öteki" olarak ikiye ayırmış ve bu ikili yapının rekabeti, mücadelede aslında önceden beri bilinen stratejilerin daha organize ve kalıcı biçimde kullanılmasına yol açmıştır. Propaganda yöntemleri gelişmiş, caydırıcı silahlarda yatay ve dikey tırmanma artmış, iş birliği teknikleri gelişmiş, ekonomik stratejiler daha sık uygulanır hâle gelmiş, sınır aşan faaliyetler artmış, ırk, din ya da etnik kökeni esas alan geniş coğrafya hareketleri ortaya çıkmış, "iç tehdit" unsurları çeşitlenmiştir. Dolayısıyla aktörlerin stratejik tercihlerinde de farklılaşmalar ortaya çıkmıştır.
Tarihsel dönemler ve strateji Soğuk Savaş, ABD ile SSCB rekabetine dayalı uluslararası sistemde, her türlü çıkar mücadelesi bu iki güce göre düzenlenir olmuştur. İttifak stratejileri, savaş stratejileri, 3. Dünya stratejileri, enerji ve ticaret yolları mücadeleleri, uluslararası sistemi iki ana kategoriye ayrılmış ilişkiler biçimine dönüştürmüştür. 'Öteki' o kadar tehlikelidir ki, ‘biz' ondan korunmak için bazen usulsüz işler de yapmak zorunda kalırız. " maskesi fazlasıyla takılmıştır. Bu dönemde nükleer stratejiler olarak “kitlesel karşılık” (massive retaliation), “esnek karşılık” (flexible response) ile birlikte MAD (mutual assured destruction/karşılıklı mahvolma) ve birincil ve ikincil vuruş yetenekleri (first and second strike capability) bu stratejilerin oluşturulmasına öncülük etmiş argümanlar olmuştur
Tarihsel dönemler ve strateji Soğuk savaş sonrası dönemde, Kutuplardan birinin ortadan kalkması ile "öteki" boşluğunun ortaya çıktığı dönemde, artık hemen her konu bir küresel tehdit düzlemine taşınmış, dünyanın her yerindeki olaylar, herkesi ilgilendirir bir durum almıştır. Açlık, terörizm, etnik milliyetçilik, dinsel radikalizm, göçler ya da silahlanma gibi olgular güvenlik konusunun özünü oluşturmuş, ancak bu sözcükler bir "özne"yi ifade etmediğinden güvenlik stratejilerinde de belirsizlikler ortaya çıkmıştır. Klasik stratejilerin kullanılmasını olanaklı kılabilecek olaylar ve girişimler devam ederken, bir yandan da neye karşı olduğu pek belli olmayan eylemler, stratejilerin içerisine dahil olmuştur.
Tarihsel dönemler ve strateji Stratejik tercihlerde hem yüksek teknoloji ürünü araçlar hem ilkel araçlar bir arada kullanılır olmuş, bir yandan toplumların bütünü esas alınırken, bir yandan kişiler öne çıkabilmiş, "içeriden" eylemle "dışarıdan" eylem birbirinden ayrılamaz hâle gelmiş, dünya farklı alt coğrafyalara bölünerek tasarlanmaktan çıkmış, bir büyük sosyal harita hâline gelmiştir. 21. yüzyıl, her aktörün dünya ölçeğinde davrandığını ortaya koymakta ve her aktörün benzer araçlara sahip olabileceğini göstermektedir. Aktörleri farklılaştıran, bu araçların farklı bileşkeleri olmaktadır. Sistemde güç oluşturan aktörler, hem cep telefonu teknolojisini geliştiren hem de dumanla haberleşme yöntemini gerçekleştirebilen hem sanal ortamda alışveriş yaptırtabilen hem de basit kredi kartı kopyalamasıyla büyük soygunlar yapabilenleri yakalayan ya da üstün nitelikli bir ordunun yanında küçük gerilla kuruluşları oluşturabilen aktörler olmaktadır.
Yaklaşımlar ve strateji M. Ö. 4. ve 5. yüzyıllarda Hint İmparatoru'nun danışmanı olarak bilinen Kautilya, eserinde, bir devletin bekaası liderin rasyonel davranışlarına bağlıdır. Devlet, güç ve maddi zenginliğini artırma amacıyla politikalar yürütür ve bu sırada etik ve kutsal prensiplerin bir önemi bulunmaz. Devletin en temel stratejisi askeri kapasitesini artırması olarak gösterilmiştir. Etik ve inanç sistemleri, imparatorluğun iç siyasal bütünlüğünün sağlanmasında öngörülürken, dış politikada bu unsurlar benimsenmemektedir.
Yaklaşımlar ve strateji M. Ö. 4. yüzyılda Çin coğrafyasındaki, beylerden biri olan Çin Şi Huangdi, M. Ö. 221'de kendisini imparator ilân etmiş ve kuzeyden düzenlenen akınlara karşı 2. 000 km'yi aşan Çin Seddi'ni yaptırmıştır. Dağların ya da denizlerin doğal güvenlik çeperleri olduğu yolundaki genel anlayıştan farklı olarak, savunma stratejisini dev bir kale duvarı örme üzerine kurmuştur. Antik Çin'de, M. Ö. 3. yüzyılda her yöne genişleme öngörülmemiş, doğuda ve güneyde deniz, kuzeyde Çin Şeddi sınır oluştururken, batı genişleme stratejilerine dahil edilmiştir. Çin Şi Huangdi, imparatorluğun eyalet sisteminde yürütülmesini, ancak merkezi otoritenin güçlendirilmesini bir iç strateji olarak uygulamıştır. Ayrıca, imparatorluğun gücünü tıp, hekimlik, kahinlik ve tarım konularındaki gelişmeye bağlamıştır. Soyluları ve aydınları iktidarına ortak olmaları endişesiyle ortadan kaldırmakla birlikte, değişen üretim yapıları ve siyasal sistem, Çin'de' ayaklanma tekniklerinin gelişmesine yol açmıştır.
Yaklaşımlar ve strateji Antik Yunan'da ve Sümer site devletlerinin güvenlik paktı oluşturmaları gibi, site devletlerinin ittifakı ve konfederasyonu, bir güvenlik stratejisi olarak denenmiştir. Bu işbirliği stratejisinin üç temel işlevi bulunmaktadır; birincisi, aktörlerin birbirlerini işbirliği içinde denetlemeleridir. Bu türden bir ilişki, bir sitenin diğerleri üzerinde egemenlik kurmasını engelleyen denge kurmaktadır. İkincisi, siteleri tehdit eden yayılmacı devletlere karşısında bir güç birliği oluşturmaktır. Bu yol, nicelikle nitelik baş edemediğinde, niteliği, niceliğe çevirme yoludur. Üçüncü işlev ise, ortak değerlerin ortaklaşa korunmasıdır. Bazı kutsal alanların ortaklaşa bakımı ve temizliği gibi işlevsel işbirliği de geliştirilmiş olması, ortak normlara birlikte sahip çıkılması anlamına gelmektedir.
Yaklaşımlar ve strateji Thucydides, Peloponnes Savaşlarını incelemiş ve "benzerlerin savaşı"nın olumsuz sonuçlarına işaret etmiştir. Heraklietos, savaş (polemos- polemik) kavramını, karşıtların çatışması olarak tanımlamış ve çelişki ile rekabetin kavgalara yol açtığını belirtmiştir. Ancak, ona göre çatışma bir olumsuzluk içermemektedir. Tam tersine, çatışmalar çoğu zaman gelişmelere yol açtığından olumlu bir anlam taşımaktadır.
Yaklaşımlar ve strateji Roma döneminde geliştirilen stratejiler ise, imparatorluğun birliğinin sağlanması, yayılmanın önündeki engellerin bertaraf edilmesi ikilisine dayanmaktadır. Bir devlet adamı olan Marcus Tullius Cicero (M. Ö. 106 -43)'ya göre savaş bir süreç değil bir durumdur. Roma, savaşa kalkıştığı zaman bunu geniş bir zamana yaymayacak önlemler alacak, kısa zamanda amacını gerçekleştirecektir. Savaşın bir süreç olarak düşünülmesinin, iç yapıda bozulmalara yol açacağını ileri sürmektedir. Roma'ya "vatandaşlık" yoluyla dahil olup, normlarını, askeri yapısını, vergi sistemini ve kölelik mekanizmasını benimseyenlerin bir arada tutulması dışında büyük bir tehdit yoktur. Ancak, Roma normları evrenseldir ve Roma'nın en büyük düşmanı da "evrensel" söylemi bulunan ideolojiler ya da inanç sistemleridir.
Yaklaşımlar ve strateji Ortaçağ'da Hıristiyanlık öğretisinin kurucularından birisi olarak kabul edilen St. Augustin (354 -430)’de, öncelikle din temeline dayalı bir ayırımın ve farklılığın belirgin biçimde işlendiği görülmektedir. Ayırdığı iki taraftan biri mutlak iyi, diğeri ise mutlak kötüdür ve iyinin kötüyü alt etmesi, iyinin varlığını sürdürmesinin temel nedenidir. Buna göre, uluslararası her faaliyet de bir hayatta kalma mücadelesidir. Çatışma ve savaşı doğal durum sayan düşünür, realizme büyük katkılar sağlamıştır. Hıristiyanları bir bütün olarak gören düşünür, bu bütünün esenliği, diğerlerinin ise kaosu simgelediklerini ileri sürer. Düşünür, aslında çıkarlar söz konusu olduğunda ne olursa olsun savaşılması gerektiğini savunmaktadır. Savaşı, sadece bir güç ve iktidar sağlama amacı olarak görmemekle birlikte, güç ve iktidar tehlikeye girdiğinde savaşı salık vermektedir. Demek ki, stratejisi, güç ve iktidarın korunması ve genişletilmesi esasına dayanmaktadır. .
Yaklaşımlar ve strateji 13. yüzyıl düşünürlerinden Aquino'lu Thomas’a göre, insanlığın devamı için gerekli görülen toplumsal yaşam, doğal hukuk ve doğal bir kuruluş olan devlet ile düzenlenmektedir. İktidarlar da, ortak iyilik ve ortak yarar adına belirli hedefler ve görevler gerçekleştirirler. Bu görevler yerine getirilirken kullanılan şiddet, ancak toplumsal yarar adına yapılıyor ise, yani meşru ise kabul görmektedir. St. Thomas, "zorba" yönetimi ve zorba yönetimin ortadan kaldırılması yöntemlerini de ele almaktadır. Ona göre zorba yönetim, başkalarının mallarına el koyan, kan dökmekten çekinmeyen, manevi değerleri hiçe sayan yönetimdir. Direniş hareketleri sonucunda, zorba yönetim devrilir ise, eskisinden daha zorba bir yönetimin kurulması ihtimaline karşı, zorbanın araçlarının elinden alınması yeterlidir. Bu anlayış, büyük ölçüde 2. Dünya Savaşı sonrasında Almanya'ya ve Japonya'ya karşı uygulanan politikayı ve Irak'taki Saddam Rejimi'ni anımsatmaktadır.
Yaklaşımlar ve strateji 14. yüzyıl düşünürlerinden İbn Haldun ise, stratejilerin sabit olmadığı yolunda çıkarsamalar yapılmasını sağlayacak önemli noktalara dikkat çekmektedir. İbn Haldun'a göre insanlar, ekonomik gerekçelerle ve güvenlik nedeniyle bir arada yaşamaktadırlar. Her toplum, farklı özelliklere sahiptir. Bu farklılık, ekonomik yapı ve ilişkiler kadar iklim yapısından da kaynaklanmaktadır. Farklılıklar, karşıtlıklara yol açmaktadır. Durumlar değişir, durumlarla birlikte gelenek ve görenekler de değişir ve değişenler kendi cinslerine ya da benzerlerine ya da tümüyle başka olanların karşıtlarına dönüşürler. " Dolayısıyla İbn Haldun, toplumsal yapı farklılıklarının ve dönüşüm süreçlerinin önemine dikkat çekmektedir.
Yaklaşımlar ve strateji Machiavelli'ye göre, devletin iyi yönetilmesinin iki koşulu bulunmaktadır: İyi yasalar ve iyi ordu. Yasaların iyi oluşu, iyi ordu ile ilişkilendirilmiştir. Bu ordunun iyi olması ise, iktidara (Prens'e) sıkıca bağlı kişilerden oluşması koşuluna bağlanmış, paralı askerler kapsamına dahil edilmemiştir. Buna göre, devletin ve iktidarın bekaası, maddi beklentileri bulunan değil, bağlılık duyguları bulunan kişilerin askeri kapasitesine bağlı kılınmaktadır. Dış politikada çatışma stratejilerine ağırlık verilmekte ve sistemin keskin bir rekabete dayandığı ileri sürülmektedir.
Yaklaşımlar ve strateji 17. yy düşünürü Hugo Grotius’e, göre rasyonalizm "hesapların iyi yapılması"dır. Uluslararası sistem, ona göre anarşiktir, ancak bu anarşik ortam bir uluslar üstü otoritenin bulunmamasından kaynaklanmaktadır. Devletler, rasyonel aktörler olarak uzun vadeli çıkarları doğrultusunda davranırlar ve bu davranışlar tümüyle kuralsız değillerdir. Davranışlar, bazı teamüllere göre şekillenmektedir, savaş da bir "savunma" olduğunda bu teamüller içerisinde meşruiyet kazanmaktadır. Grotius, devletlerin saldırı değil savunma stratejileri geliştirmek zorunda kaldıklarını ileri sürmektedir.
Yaklaşımlar ve strateji Thomas Hobbes ise, devletin temel stratejilerini benzerlerine göre düzenlemesini savunmuştur. Hobbes'a göre, birbirine benzeyen aktörler, eşit istek ve arzulara sahiptir ve bu durum rekabetin gerçek nedenini oluşturur. Hobbes'a göre savaş, çeşitli çarpışma yöntemleriyle mücadele etme sürecidir ve bu mücadelede adil olan ve olmayan durumlar söz konusu edilemez. Kıt kaynakların bölüşümü söz konusu olduğunda, çatışma kaçınılmaz olur. Çatışmada, güçlü olan kaynaklardan daha fazla pay alır ve dağılımda giderek daha eşitsiz durumlar ortaya çıkar.
Yaklaşımlar ve strateji 17. yüzyılda, sadece çatışma stratejileri geliştirilmemiştir. Dış politika davranışlarında "işbirliği" stratejilerini de savunan anlayışlar bulunmaktadır. 19. yüzyılda ise, dış politika stratejilerinin çeşitlendiği görülmektedir. Teknik uluslararası işbirliği girişimleri, bölgesel ekonomik ve mali işbirliği oluşumları ve siyasal işbirliği örgütlenmeleri görülmüştür. 1889'da ilk Pan Amerikan Konferansı toplanmış, 1899'da La Haye Barış görüşmeleri başlamış ve Daimi Hakemlik Mahkemesi kurulmuştur. 1898 yılında ise, Çar Nicholas'nın çağrısıyla toplanan ilk "silahsızlanma" konferansına 27 devlet katılmıştır. 18. ve 19. yüzyıllarda devletlerin dış politika çıkarlarını teknik, mali, ekonomik ve siyasal işbirlikleri ile sağlayabilecekleri yolundaki yaklaşımlar yaşama geçerken, çatışma stratejileri de varlığını korumuştur.
Yaklaşımlar ve strateji G. Friedrich Hegel'e göre, çatışma bir zorunluluktur. Çatışmanın savaşa varması ise, bir yandan siyasal iktidarın içteki gücünü pekiştirir, bir yandan da yeni hareket imkanları yaratacak zeminler hazırlar. Hegel'e göre, temelde savaş ekonomik amaçlara ulaşmada kullanılan bir araç olmaktadır. Bu haliyle işbirliği de, bir uluslararası barış idealine ulaşmak için değil, yeni bölüşümler sağlamak için yapılmaktadır. Dünya pastasından en büyük parçayı koparabilen, toplumunda refah yaratacağından yaptığının meşruiyetini de sağlayacaktır. Pastadan pay alma süreci de, zorunlu olarak çatışma yaratacaktır.
Yaklaşımlar ve strateji Karl von Clausewitz, Napolyon'a karşı savaşmış ve onun savaş pratiğini inceleyerek düşünsel çerçevesini oluşturmuş, savaşı başlı başına bir inceleme konusu yapmıştır. Ona göre, savaşın bir öncesi vardır ve sonrası. Şiddet, savaşta bir iradenin diğerine kabul ettirilmesinde kullanılan en etkili araçtır. Ona göre savaş, düşmanın silahsızlandırılmasını hedef alan bir tür düellodur ve hiç bir sınırlama tanımaksızın güç kullanılır. Savaşın bir politika olarak ele alınması Clausewitz ile başlamaktadır. Savaş, siyasal amaçlan sınırlı olduğunda "sınırlı savaş" olarak adlandırılır. Ancak, devletin amaçlarının sınırlı olmadığını düşünen Clausewitz, topyekün savaşları daha fazla önemsemiştir. Clausewitz, savaşı üç aşamalı "karşılıklı, eylem bütünü" olarak değerlendirmiştir: 1. Karşılıklı eylem: savaşan taraflar sonuna kadar gitme mantığı sürdürürler 2. Karşılıklı eylem: taraflar, birbirlerinin karşı koyma güçlerini kırmada ısrar ederler 3. Karşılıklı eylem: taraflar, güçlerini tam kapasite kullanırlar. Bir devletin gücünü oluşturan unsurlar; askeri kapasitesi, toprağı, nüfusu, ülkesel özellikleri ve müttefikleri olarak gösterilmektedir.
Yaklaşımlar ve strateji Savaş, daha önceden var olan ve çözümlenememiş siyasal sorunların bir uzantısı olarak ortaya çıkmaktadır. Tüm gücün sonuna kadar kullanılmasını esas almakla birlikte, savaşın her zaman mutlak bir sonuç ortaya çıkarmadığını ileri sürmektedir. Güç, siyasal amacın büyüklüğüne göre kullanılmalı, şiddetin dozu buna göre ayarlanmalı ve seçilen savaş türü de buna göre olmalıdır. Clausewitz, saldırı ve savunma olarak ikiye ayırdığı savaş türlerini, olayların gelişim süreçlerine göre bölümlendirmiştir. Savunma, olumlu bir önerme taşıyor diye savaş dışı bir eylem olarak kabul edilmez. Ona göre savaş teorisi, üçlü bir saç ayağına oturmaktadır: 1. Savaş; şiddet, kin ve nefrete dayanır. Bu, ulusu ilgilendiren ayaktır. 2. Savaşta ihtimal hesaplarının ve rastlantıların önemi büyüktür. Bu, orduyu ilgilendiren ayaktır. 3. Savaş, mutlak biçimde siyasal amaç taşır. Bu da, hükümeti ilgilendiren ayaktır.
Yaklaşımlar ve strateji 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başlarında etkili olmuş jeopolitik yaklaşım "bölge" coğrafyalarına göre stratejiler seçmeleri yönünde önemli ip uçları sağlamış ve "deniz ülkesi", "kara ülkesi" ayırımların olanaklı duruma getirmiştir. Belirli bir bölgede, işbirliği ya da çatışma yöntemlerinden biri ile güç sağlama stratejisi, günümüz temel konseptlerine de açıklayıcı zeminler sağlamıştır. Yine aynı dönemlerde ortaya çıkmış olan Marksist anlayışta da, strateji ile ilgili anlayışa göre, mücadele her türlü aktör arasında ortaya çıkmakta ve evrensel bir olgu olarak ele alınmaktadır. Ekonomik olan çatışmalar, esas olarak iki ana kategoriye dayandırılmaktadır. Bunlardan birincisi, ekonomik olarak zarara uğratılmış sınıfların, uğratanlarla çatışmasıdır. İkincisi ise uluslararası sistemde ekonomik olarak rekabet eden aktörlerin mutlaka çatışacak olmalarıdır. Her ikisi de, evrensel bir mücadeledir.
Yaklaşımlar ve strateji Uluslararası sistemde, işbirliği tekniklerinin ve örgütlenme stratejilerinin, idealizmle ilgisi bulunmadığını ileri süren E. H. Carr'a göre, işbirliği stratejisi, aslında sisteme hakim olma stratejisinden başka bir şey değildir. Benzer değerleri paylaşanlar, değerler sistemlerini yaymak için işbirliğine gitmektedirler. Çıkarları birbirleri ile uyumlu olan devletlerin, işbirliği düzeneği kurulabileceğini savunarak, başkalarına kendi iradelerini kabul ettirme girişiminde bulunduklarını savunmaktadır. Hans J. Morgenthau ile isim bulmuş olan realizmin temel prensipleri, aşırı istikrarsız ve anarşik sistemde, temel aktör olan devletlerin mutlak rekabetini açıklamaya yönelik olarak geliştirilmiştir. Morgenthau'ya göre, ulusal çıkara uygun bir amaç doğrultusunda ve onunla orantılı güç kullanılmalıdır. Bu güç, birden fazla değişkene göre hesaplanmakta, ulusal kapasite ile orantılı olarak ele alınmaktadır.
Yaklaşımlar ve strateji Realist akımın bir diğer temsilcisi olan Raymond Aron ise güç ile kuvveti birbirinden ayırmıştır. Ona göre, askeri, ekonomik ve moral kaynakların elemanları; kuvvet ve bunların bir amaç için bir araya getirilmiş hali ise; güçtür. Realist akım temsilcilerinden Herz, savunma ve saldırı stratejilerini iki temel kategoride incelemektedir. Ona göre devlet, dışa karşı savunma endişesiyle sert bir kabuk oluşturmaktadır. Her devlet, bu dış kabuğunu koruyarak vatandaşlarının yaşam biçimlerini muhafaza etme yolunda davranır. Çatışma, ancak karşı tarafın dış kabuğunun geçirimsizliğinin sınanmasıdır. Devlet, karşı tarafı bütünüyle ortadan kaldırmayı amaçlamaz, sadece onun direncini kırar.
Yaklaşımlar ve strateji Realist yaklaşımla davranışsala yöntemi birleştiren Holsti'ye göre, savaşa yol açan nedenler ile barışı kuran normlar aynı içeriğe sahiptir. Hangi yolla olursa olsun, devletler çıkarlarını maksimize edecek davranışlar içerisindedir ve stratejiler buna göre tasarlanmaktadır. Neo-realizmin temsilcisi Kenneth Waltz ise, realizmde amaç olan güç kavramının bir araç olduğunu ileri sürmüştür. Güç, amaç değil araç olduğunda sistem analizinin değişkenleri realistlerden farklılaşmaktadır. Waltz'a göre dış politika değişkenleri; aktörlerin düzenleyici ilkeleri, aktörlerin faaliyetleri ve aktörler arası kapasite dağılımıdır. Devletlerin dış politikalarını düzenleyecek ve çatışmalara engel olacak üst otoriteler bulunmadığından, rekabet doğal durum olmaktadır. Yapılan işbirlikleri de, aslında anarşik işleyişi kurala bağlama stratejisi olarak değerlendirilmektedir.
Yaklaşımlar ve strateji Neo-realizmde aktörlerin temel stratejisi, kendilerinin güçleri durduracak bir güç karşılarına gelene kadar genişlemektir. Bir aktör, kendisine direnen fazlaca aktör bulunmadığında bir sisteme hakim güç haline gelir. Bu büyük güç, barışçı ilişkiler kurduğunda, sistem bir süre dingin kalsa da, aynı zamanda yeni güçlerin yaratılmasını sağlar. Dolayısıyla, sistemde güç oluşturmak isteyen her aktör, karşısında yeni güçler yaratacaktır. Aktörlerin, birbirlerinden istekleri bitmemektedir ve bu "her şey" olabilmektedir. Neo-realizmin sosyo-ekonomik analizini yapan düşünürlere göre, bu "her şey" ekonomiktir. Neo-realist Robert O. Keohane'ye göre büyük güç, ekonomik güçtür ve bu sisteme egemen olduğunda hegemonik bir istikrar söz konusu olur. Bu hegemonik güç gerilediğinde, yenisi ortaya çıkar ve kendisini destekleyen rejimler ile büyük güç olmanın yollarını arar.
Yaklaşımlar ve strateji 1970'lerin sonlarında, uluslararası sistemin gevşek iki kutuplu sistem özelliği göstermesi ile birlikte, içinde Keohane'nin de yer aldığı Joseph S. Nye, John Burton, Viotti ve Kauppi ile James N. Rosenau gibi plüralistler, açıklama düzlemleri geliştirmişlerdir. Buna göre temel tanımlar, aktörler arası karmaşık karşılıklı bağımlılık üzerine kurulmaktadır. Güç, temel değişken olmadığına göre, dış politika stratejileri çok sayıdaki değişkene göre belirlenmektedir. Bunların temelinde de daha çok ekonomik ilişkiler gelmektedir. Ekonomik olarak birbirlerine sıkıcı bağlanmış aktörler, birbirlerine karşı doğrudan askeri kuvvet uygulamazlar. Askeri güç, ancak o bölge ya da o aktör dışı alanlarda kullanılır. Yaptırımların hedefi, ekonomik ortaklardan çok, rakip aktör ya da aktör grupları olur. Dolayısıyla, ekonomik olarak aralarında karşılıklı bağımlılık bulunan aktörlerin stratejileri, öncelikle bu bağları düzenlemekken, rakiplere karşı da ortak mücadele stratejileri geliştirilmektedir.